Rusya-Ukrayna Krizi ve NATO

Rusya-Ukrayna Krizi ve NATO

6 Şubat 2022 0

Rusya – Ukrayna Krizi ve NATO

1991’de SSCB’nin yıkılması ile birlikte başlayan “Rusya” süreci 2000’li yılların başında Putin’in Devlet Başkanı olmasıyla birlikte Rusların tekrar “küresel bir güç olma hedefi” ekseninde şekillenmiştir. Günümüze gelindiğinde Putin komşusu olan ülkeler üzerindeki baskıyı her geçen gün arttırmaktadır. Özellikle geçtiğimiz aylarda yaşanan Kazakistan’a KGAÖ askerlerinin girmesi ve halkı kurşuna dizmesi, Ukrayna’da Kırım’ın haksız ilhakı gibi konular günümüz siyaset biliminin gündemini meşgul etmektedir. Rusya’nın Avrupa Birliği ve ABD üzerinde kurduğu “doğalgaz” baskısı Putin’in komşu ülkeleri üzerinde kurduğu baskı politikasına AB ve NATO tarafından müdahale edilmesini engellemektedir.

 

Konu başlangıcında Rusya’nın dış politikasından bahsederken, Putin’in hayatını es geçemeyeceğimizi belirtmemiz gerekmektedir. Putin 1952’de ülkenin Kuzeybatısında bulunan Leningrad şehrinde hayata gelen milliyetçi bir Rus genciydi. Vladimir Putin’in dedesi SSCB’nin etkin yıllarında Lenin ve Stalin’in aşçılığını yapmış olan Spiridon İvanoviç Putin’dir. Putin böyle bir ortamda 1952 senesinde Kore Savaşında doğu ve batı bloku çarpışırken hayata gözlerini açmıştır. Yine çocukluk yıllarında meydana gelen “Küba Füze Krizi” gibi birçok olay onun karakterini etkilemiştir. Putin 80’li yılların başında SSCB’nin istihbarat birimi olan KGB’de çalışmaya başlamıştır. Almanya, Türkiye gibi birçok ülkede casusluk görevleri yürüten Putin bu dönemlerde dünya siyasetini daha iyi kavramaya başlamıştır. 1990’ların sonlarında siyasete atılan ve Birleşik Rusya Partisi liderliğine seçilen Putin için söylenebilecek en önemli husus SSCB dönemine hayranlıkla bakan bu dönemi özlediğini belirten açıklamalarıdır. Putin’in Medyedev’in yerine parti liderliğine ve Başbakanlığa seçildiği dönemin araştırmalarını yapan birçok siyaset bilimci bu dönemde Medyedev’in SSCB’ye karşı olumsuz bir bakış açısına sahipken Putin’in tam tersine düşündüğünü gözler önüne sermiştir. Putin Rusya’nın başına geçtiğinde Birinci Çeçen Savaşında alınan utanç verici mağlubiyet ve Dağıstan’dan çekilmek durumunda kalan Rus orduları onu rahatsız etti. Öyle ki Putin göreve geldikten 1 ay kadar sonra tekrar Çeçenler ile savaşmaya başladı. İkinci Çeçen Savaşında yanına çektiği Kadirov ailesi gibi Rus yanlısı Çeçenler sayesinde rahat bir zafer kazandı. Putin Çeçenler ile mücadeleyi 2009 senesine kadar aktif bir şekilde yürüttü. Putin öyle ki ülke yönetimine geldiği günden itibaren 10 yılını iç karışıklıklar ve isyanlar ile mücadeleye vermek durumunda kaldı. Bu 10 yıllık sürecin ardından Putin yönetimi ülke içerisindeki otoriteyi sağladı ve dış politikasını tekrardan tasarladı. Bu yeni tasarlanan politika ilk başlarda birçok siyaset bilimci tarafından günümüzdeki şeklinde algılanmamış olsa da bugün baktığımızda Putin’in yeni politikasını analiz edebiliyoruz. Rusya Federasyonu, Putin ile birlikte Rusya’yı tekrar SSCB sınırlarına yaklaştırmak ve hatta Avrasya dışına çıkarak Afrika ve Ortadoğu’da tekrar belli ilişkileri sağlamlaştırmak için adımlar attı. Putin’in Rusya’sı bunu başlıca Suriye’de ardından Karabağ’da ve Libya’da denedi. Rus Paralı Asker grubu olan Wagner’i en ön cephelere sürerek bu krizlerde konumunu sağlamlaştırdı. Aslında SSCB’nin yıkılması ile birlikte 1991’den 2010’lu yılların ortalarına değin süren “tek kutuplu dünya” durumu Rusya Federasyonu’nun bu hamleleri ile birlikte yerini tekrardan “çift kutuplu dünyaya” bırakmaya başladı. Rusya’nın “küresel bir güç” olduğunu kanıtlamaya başladığı dönemin başında Suriye’de Esad hükümetinin düşmemesini sağlaması geliyor demek bu hususta yanlış olmaz. Yine Putin ABD’nin karşısında ABD ile diplomatik ve askeri yönlerden çatışan birçok ülke ile sıkı ilişkiler kurarak kendisini ABD’nin karşısına yeni bir güç kutbu olarak gösterdi. (İran, Suriye)

 

Yazımızın girişinde bahsettiğimiz “doğalgaz” faktörüne tekrar dönmek istiyoruz. Ukrayna ile Rusya arasındaki krizin başlangıcına 2006 yılında Rusya’nın petrol şirketi olan Gazprom ile Ukrayna arasında 2006 yılında yaşanan kriz sonrasında, Rusya’nın gaz akışını kesmesi diyebiliriz. Bu kriz Avrupa Birliği ülkeleri üzerinde büyük olumsuzluklar yaratırken, bu dönemde Macaristan, Fransa, Avusturya, Slovakya gibi ülkelerin doğalgaz akışı %40, %50 kesintiye uğramıştır. İşte günümüzde Putin’in Avrupa Birliğini tehdit etmekte kullandığı hususta tam olarak budur. Rusya üzerinden gelen doğalgazın günümüzde bir alternatifi olmadığı için Rusya, Avrupa Birliği ülkelerini zaman zaman sıkıştırabilmektedir. Rusya-Ukrayna krizinde Avrupa Birliği ülkelerinin gerekli tepkiyi gösterememesi tam olarak bu husustan ötürüdür. Örneğin İskandinav ve Baltık ülkeleri, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerin doğalgazlarının %100’ü Rus gazıdır. Bu doğalgazın kesilmesi demek tüm bu ülkelerde yaşanacak enerji, ısınma gibi problemlere yol açacaktır. Putin’in Avrupa Birliği üzerindeki baskısından bahsettikten sonra yine çevresinde bulunan önemli güçler üzerindeki etkisinden de söz etmek gerekmektedir. (ABD, İngiltere, Japonya, Türkiye, İsrail) ABD Başkanı Obama, 24 Mart 2014 tarihinde “Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesini kabul etmeyeceklerini, ancak Batı tarafından olası bir askeri müdahalenin düşünülmediğini” ifade etmiştir. Bu dönemde gösterilen tüm uluslararası tepkilere rağmen bölgedeki askeri gücünü çekmeyen Rusya’ya karşı ABD ve AB’nin yanı sıra Kanada, Avustralya, Arnavutluk, İngiltere, Gürcistan, İsrail, İzlanda, Lihtenştayn, Moldova, Norveç, Yeni Zelanda, Ukrayna, Karadağ, Letonya, Kosova, İsviçre ve Japonya yaptırımların uygulanmasını kararlaştırmıştır. Aynı tarihte G-7 ülkelerinin liderleri de Rusya’nın
G-8 üyeliğini de askıya aldıklarını açıklamışlardır.

 

Peki bu yaptırımlar Rusya’nın geri adım atmasını sağladı mı? Hayır dostlar sağlamadı. Rusya’nın geri adım atmamasının sebebi bu yaptırımların tam olarak uygulanamamasıdır demek doğru olur. Özellikle bu dönemde Avrupa Birliği içerisinde yine ekonomik kaygıları bulunan ülkelerin yaptırım uygulamaktan kaçınması ve bu konuda pasif kalması Rusya’nın özgüvenini tekrar yükseltti. Rusya ile 75 milyar dolar ticaret hacmi olan Almanya ekonomik yaptırımlar konusunda çekinceler koymuş, bunun 6.000’den fazla Alman firmasının Rusya’da faaliyet göstermesi ve Rus zenginlerinin Avrupa’daki bankalarda bulunan paralarını çekme riskinden kaynaklandığı belirtilmiştir. Almanya Dışişleri Bakanı Steinmeier, Spiegel dergisine yaptığı bir açıklamada, “Rusya’nın ekonomik açıdan dize getirilerek Avrupa’nın güvenliğinin sağlanabileceğine inananların yanıldığını” söylemiştir. “Yaptırımların gevşetilmemesi durumunda Rusya’nın istikrarsızlaşmaya gideceği yönünde endişe taşıdığını” da ifade eden Steinmeier, yaptırımların devam ettirilmesinin ülkesinin çıkarına olmadığını sözlerine eklemiştir. Ukrayna ise SSCB’nin yıkılmasından günümüze değin sıkıntılı siyasi süreçlerden geçmiş belli başlı devrim ve darbelerle boğuşmuştur. Gelen siyasi liderlerin Avrupa Birliği ve NATO yanlısı veya Rusya yanlısı olması Ukrayna’yı sürekli olarak ikiye bölmüş ve halkın siyasilere olan güvenini kırmıştır. Böyle bir ortamda ortaya çıkan Volodimir Zelenski 2015 senesinde Ukrayna’da “Halkın Hizmetkarı” adlı televizyon dizisinde Ukrayna Cumhurbaşkanını canlandırmaktaydı. Ukrayna halkının durumunu ve o dönem var olan siyasilere olan güvensizliğini televizyon dizisinde Cumhurbaşkanını canlandıran bir oyuncunun 3 yıl sonrasında ülkede Cumhurbaşkanı seçilmesinden anlamak gayet mümkündür. Zelenski 2018 senesinde “Halkın Hizmetkarı” adlı partisi ile seçimlere girdi 2019 Mayısında Cumhurbaşkanı oldu ve o dönemden günümüze 3 Başbakan değiştirdi. Zelenski’nin Cumhurbaşkanlığı makamına geçişinden 5 yıl kadar öncesinde Ukrayna’da meydana gelen olaylar yine günümüzü anlamamıza yardımcı olacak hususlardır. Özellikle 2014’te Viktor Yanukoviç yönetiminde bulunan Ukrayna’da Avrupa Birliği taraftarları ile Rus yanlısı halkın çatışmaları sonucu Yanukoviç’in Rusya’ya kaçması, hükümetin değişmesi, Donbass ve Kırım bölgelerinde ufak ayaklanmalar meydana gelmesi bu hususların başlıcalarıdır. Yanukoviç’ten bahsetmek gerekirse onun için söylenebilecek en net özellik kendisinin bir Ukraynalı olmamasıdır. Annesi Belaruslu babası ise Rus olan Yanukoviç, Ukrayna’nın Donbass bölgesinde doğmuş ve büyümüş bir Ukrayna vatandaşıdır. Yanukoviç’in Rus yanlısı hareketleri ülkeyi karıştırmış ikiye bölmüş ve ülke iç karışıklıklara sürüklenmiştir. Yanukoviç’in Rusya’ya kaçmasının ardından Putin Ukrayna’da yeni kurulan hükümeti tanımayıp bu hükümeti darbeci ilan etmiştir. Ukrayna’da kurulan yeni hükümetin Rusların yoğunlukta olduğu bölgelere (Donetsk, Kırım) baskıcı bir politika ile yaklaşması olayları alevlendirmiş bu bölgede yaşayan halk bağımsızlık talep etmiştir. Bu bağımsızlık talebi 2014’de başlayıp günümüze değin sürecek olan Donbass savaşını başlatmıştır.

 

Kırım ve Donbass bölgelerine yakından bakacak olursak bu bölgeler için tarihe göz atmamız gerektiğini görebiliriz. Donbass bölgesinde Rusların yoğunluklu olmasının ana sebebi bu bölgenin doğal zenginliklere sahip olmasıdır diyebiliriz. Donbass bölgesi SSCB döneminde kömür madenleriyle ünlü olmasıyla birlikte buraya çok sayıda Rus işçiyi çekmiştir. SSCB yıkıldıktan sonra bu işçilerin Rusya’ya dönmeyip burada yaşamaya devam etmeleri ve zamanla sayılarının Ukraynalıları geçmeleri bölgeyi yoğunlukla Rusça konuşulan ve Rus yanlısı hareketlerin gözlemlendiği bir bölge haline getirmiştir. Kırım için ise daha acımasız durumlar söz konusudur. Kırım bölgesinin yerlileri olan Kırım Tatarlarının bölgeden sürülmesi ve bu bölgenin yerlilerden arındırılması sonucunda Ruslar bölgede çoğunluğu ele geçirdi öyle ki zaten bu bölgede yaşayan yoğun bir Ukraynalı nüfusundan bahsetmekte zordur. Bölge genel yapısıyla Kırım Tatarlarının hakim olduğu bir bölgedir. Kırım Tatarlarının büyük çoğunluğu bölgeden zorla sürülünce bölgede azınlık olan Ruslar çoğunluk haline gelmiştir. Zaten tarihte bölgesel ilhaklar için kullanılan ana taktik budur. Bölgede çoğunluk olan halk sürülür yada uzaklaştırılır bölgeye kendi halkından olan insanlar yerleştirilir ve bağlanma için referandum kozu ortaya atılır. Bunu günümüzde Türkmen yurdu olan Kerkük, Erbil, Musul gibi şehirlerde görebiliriz. Putin Kırım’da tam olarak bunu yapmıştır.

 

Kırım’ın ilhakıyla başlayıp Donbass savaşı ile yazımızı tamamlayalım. Kırım’ın ilhakı ile Donbass savaşı arasında 1 ay olduğunu da söylemek gerekiyor diye düşünüyoruz. Ruslar Kırım’da protesto gösterilerine başlayıp ülkenin Ukrayna’dan ayrılmasını istediklerini kanlı olaylar ile dile getirdi. Buna karşılık olarak bölgede bulunan 5000 Kırım Tatarı karşıt gösterilere başladı ve bu gösteriler ilerleyen zamanda Ruslar ve Tatarlar arasında çatışmalara dönüştü. Çatışmalar sonucunda Tatarlar, Rusları hükümet binası gibi önemli yapıların etrafından uzaklaştırarak bu bölgeleri koruma altına aldılar. Bu sırada Sivastopol’da Rus yanlısı gösteriler başladı. Ertesi gün Putin harekete geçerek Kırım’a müdahale edeceklerini açıkladı. Ukrayna ve Rusya askerlerinin çatışmaları kısa sürmüş ve Rus birlikleri Kırım bölgesini ele geçirmiştir. Kırım’ın 100 milletvekilinin 64ü Rusya’ya bağlanma yönlü oy kullanarak Kırım’ın ilhakını onaylamış oldu. Bu olaylar sonucunda yazımızın başlarında belirttiğimiz üzere Rusya’ya birçok yaptırım uygulandı ancak bu yaptırımlar Putin’in “oldu-bitti” taktiğine karşı bir caydırıcılık ortaya koyamadı. Kırım’ın ilhakından 1 ay kadar sonra cesaretlenen Donetsk ve Luhansk’lı protestocular eylemlerinin dozunu arttırdılar. Donetsk ve Luhansk’ta protestocular saldırıya geçmiş ve şehirlerde bulunan önemli binaları ele geçirmiştir. Donetsk ve Luhansk’ta kurulan özerk cumhuriyetler bir süre sonra birleşmiş ve Yeni Rusya adında bir devlet kurduklarını açıklamışlardır. (Novorossiya) İlerleyen sürede harekete geçen Ukrayna ordusu bölgede önemli noktaları ele geçirse de Rusların Novorossiya’ya verdiği askeri ve maddi destekler sonucunda savaş çıkmazsa girdi ve ordular bombardımanlar harici taarruz edemediler. Rusya Hükümeti savaşın başladığı ilk zamanlar ısrarla Novorossiya hükümetine desteğini reddetmiş olsa da günümüzde bu destek net şekilde gözler önüne serilmiştir. Donbass savaşı günümüzde hala devam etmekte olup şuan yaşanan Rusya-Ukrayna krizinin de temelinde yatmaktadır.

 

Novorossiyalı eylemcilerin başında gelen kişilerin çoğunluğu suikastlere kurban giderek öldürülmüştür. Bu suikastler ile birlikte aslında çatışmaların Ukrayna-Novorossiya’nın ötesine geçerek NATO-Rusya çatışmalarına döndüğünü belirtmekte fayda var. Rusya her ne kadar bu savaşa dahil olmadığını ve Novorossiyalı milislere destek vermediğini belirtsede NATO’ya göre en az 5000 Rus askeri cephede görüntülendi 1000’den fazla Rus askeri ise bu çatışmalarda hayatını kaybetti. Gelelim bu savaşta ABD ve Rusya’nın arasında yapılan pazarlıklara, bilindiği üzere 2021 senesinde Ukrayna neredeyse NATO’ya üye oluyordu ancak bazı NATO üyeleri bu üyeliğin Rusya ile doğrudan sıcak çatışma yaratacağını ve bunun Avrupa’nın merkezinde hem ekonomik hem insani birçok krize sebep olacağını belirttiler. Aslında zaten ABD, Ukrayna’yı NATO’ya dahil etmek gibi bir plan içerisinde değildi. Rusya’ya karşı elini güçlendirmek isteyen ABD, Putin’e karşı pazarlıkta bunları kullanmak istedi. Bazı siyaset bilimcilere göre zaten ABD çoktan Ukrayna’yı Rusya’ya yem etmişti. Putin geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklama da ABD ve Biden yönetimini sert bir şekilde eleştirdi. Putin’e göre Ukrayna’da yaşanan iç savaş ve Rus-Ukrayna krizinin çözümü NATO ve AB’nin bölgeden çekilmesi ve Ukrayna’yı desteklemeyi bırakmasıydı. Aynı zamanda Putin ABD’nin füzeleriyle kapılarına kadar geldiklerini ve Rusya’nın Meksika’ya füze yerleştirdiğinde olabilecekleri tahmin edebildiğini söyleyerek ABD yönetimine üstü kapalı bir tehditte bulundu. Bu tam olarak 2.Jüpiter Füze Krizi olayı olarak nitelendirilebilecek bir olayın önüne yazılabilecek bir durum oldu. Öyle ki gerilim büyüdükçe Rusya ordusunun %56’sı Ukrayna sınırına sevkedildi ve bölge son zamanların en büyük silahlanmasına sebep oldu. İki ordu karşı karşıya geldiğinde alınacak sonuç her ne kadar Rusya için rahat bir zafer olarak görülse de Ukrayna ordusunu hızlı ve etkili bir biçimde silahlandıran, önemli askeri ve diplomatik başarılar elde eden Zelenski kendi halkı için bir ümit oldu. Zelenski ve Putin arasında hiçbir zaman birebir görüşme yapılmadı. Zelenski hala görüşmeyi talep etse de Putin görüşme tekliflerini geri çevirdi. Aslında anlaşıldığı kadarıyla Ukrayna’nın hamleleri yeni bir oldu bittiye izin vermemekle birlikte Rusya’nın da sadece Ukrayna’yı işgaline yönelik bir kapı açıyor. Aslında Putin’in önünde ki tek kapı zaten Ukrayna’nın işgalinden geçiyor. Putin için yazının başında bahsettiğimiz SSCB hayranlığı aslında bu kısmı açıklıyor. Putin’in özellikle Ukrayna ile gerilim sürerken bir anda Kazakistan topraklarına girmesi ABD, Türkiye gibi ülkelere açık bir mesaj oldu. ABD’nin Türk Konseyi’ni destekleme sebebi Rusya’nın bu bölgedeki egemenliğini ve etki alanını kısıtlamaktı. Ancak Putin yaptığı hamle ile hala bu bölgenin tek egemeni olduğunu ve bu bölgedeki ülkeler üzerinde etkisini gösterdi. Buna sebep olan ise yine kendisine bağlı kıldığı “çürük elmalar” olarak nitelendirdiğimiz Türk liderlerdi. (Tokayev) Kazakistan olayı bundan sonraki yazımızda konu olarak ele alınır biz tekrar Ukrayna’ya döndüğümüzde bu bölgenin geleceği için çok umutlu konuşamayacağımızı belirtmek istiyoruz.

 

Yazımızın sonlarına gelirken biraz da bu olayda Türkiye’nin aldığı konum ve bölgenin geleceği için düşündüklerimizden bahsedelim, Türkiye için söylenebilecek tek şey bu krizde dürüst siyasetine devam eden tek ülke olmasıdır. Türkiye bu krizde Ukrayna’ya daha yakın dursa da Rusya ile ilişkilerini kesmeyip bu krizin arabulucusu olma yönünde adımlar atıyor. Özellikle Ukrayna ile yapılan anlaşmalar neticesinde Ukrayna’ya gönderilen İHA ve SİHA’lar Zelenski’nin Donbass’da elini güçlendirmiş ve bu SİHA’lar ile birlikte milislere önemli saldırılar yürütebilmiştir. Diğer tarafta Erdoğan ve Putin’in iyi ilişkileri Rusya-Türkiye ilişkilerinde de çatlak verilmemesine sebep oluyor. Türkiye bu krizde eğer arabulucu olabilirse hem bölgesel hem global anlamda üst düzey bir hamle yapmış olduğu gibi bölgedeki koruyucu rolünü de genişletebilecek. Ancak belirtmekte fayda var, Putin’in çıkarları Türkiye üzerinden değil ABD ve AB üzerinden geçiyor yani bu uzlaştırma çabasının ben sözde kalacağını ve Putin ABD ve AB’den istediklerini elde edemezse Ukrayna’yı işgal için harekete geçeceğini düşünüyorum. 2022 senesinde bu işgal gerçekleşirse Ukrayna uzun yıllar sürecek bir savaş coğrafyası haline gelecek Avrupa Birliği milyonlarca mülteci ile mücadele etmek zorunda kalacak ve bölgedeki diğer ülkelerin ekonomileri de buna göre olumsuz şekillenecektir. Savaşın patlak vermesi durumunda bu savaş uzun yıllar sürecek ve Putin Devlet Başkanlığı görevini sürdürdüğü sürece devam edecektir. Rusya’nın Ukrayna üzerinde kurduğu oyun ilerleyen yıllarda Baltık ülkelerine, Polonya hatta İskandinavya’ya dahi sıçrayacaktır.

 

Esenle kalın dostlar..

Batuhan Eren Demir

Batuhan Eren Demir
BatuhanEren
Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.